Avrupa kıtasında görebileceğiniz enterasan yapılar nelerdir?

Almanyadan Çekyaya Çekyadan Fransaya kadar Avrupa’nın farklı birçok ülkesinde bulunan özgün mimari özellikleri ile fark yaratan yapılara ait detaylar yazımızda.

Avrupa kıtasında görebileceğiniz enterasan yapılar nelerdir?
📢 Üye olmadan dosya (gold içerikler hariç) indirebileceğinizi biliyor musunuz? Youtube sayfamıza abone olduktan sonra istediğiniz içeriğe yorum yazabilir veya bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Özgün ve işlevsel bir tasarım; bilim ile sanatın ana buluşma noktasıdır ve bazı modellemeler insan hayal gücünün sınırlarını zorlayarak hem sanat açısından hem de insanoğlu açısında yepyeni ufuklar açar. Teknik kabiliyet, mesleki yeterlilik, optimum mühendisilik becerisi ve estetik değerler ile sanatsal modellemelere dönüştürülen bu özgün tasarımlar zamanla bulundukları şehir ve ülkelerde ikonik ve sembolik bir hale evrilirler.

Kimi sanatseverler ve mimarlar tarafından her biri kendi içerisinde bir sanat eseri olarak kabul edilen bu yapıları görüp farklılıklarını hissetmek ise kültür ve sanatseverler açısından son derece önemli bir deneyim olacaktır.

Bu yazımız da Avrupa’nın pekçok farklı şehrinde bulunan yapıları inceledik ve ilginç tasarımlı binaları siz değerli okuyucularımız için listeledik.

1-) Cube House/Dünya Ters Dönmüş Gibi

Cube Houses (Kübik Evler), Hollanda’nın Rotterdam ve Helmond şehrinde yapılmıştır. Yapımına, Mimar Piet Blom tarafından 1977 yılı içerisinde başlanan bu evler, 1982 yılı içerisinde tamamlanmıştır. Dünyadaki en ilginç ve en özgün yapılardan olan bu kübik evler, inşa edilmelerinin üzerinden 30 yılı aşkın bir süre geçmiş olsa da sahip olduğu yenilikçi görünümleri ve dikkat çekici güzellikleriyle hala şehri ziyaret edenlerin ilgi odağı olmayı başarıyor.

Hollanda’nın Rotterdam şehri’nin talep yoğunluğunu fazla olan konut ihtiyacına son derece yaratıcı bir çözüm alternatifi sunan bu evler, Rotterdam’ın tam merkezinde konumlandırılmış durumda. Tasarım aşamasında 78 adet küçük küp ev olarak düşünülen proje, nihayete erdiğinde 38 adet ev ve diğerlerinden daha büyük iki adet süper küp ev olarak yapılmıştır.

Mimar Piet Blom, bu kübik evleri zihninde ilk tasarladığında soyut bir ormana benzemesini hayal etmiştir. Her ev bir ağacı sembolize ederken tüm evlerin büyük bir ormanı oluşturması amaçlanmıştır. Evler yapılırken ciddi bir geometri bilgisinden de yararlanılmış ve tüm evler 45 derecelik açıyla inşa edilmiştir.

2-) Dancing Building-Esnekliğin Zirve Hali

Prag şehrinin en önemli sembollerinden biri olan Dancing Building (Dans Eden Ev) dünyanın sayılı ve en güzide mimarlarından biri olarak kabul edilen Frank Gehry ve Vlado Milunic tarafından tasarlanmıştır. Binanın inşasına 1994 yılı içerisinde başlanılmış ve yapımı 1996 yılı içerisinde tamamlanmıştır.

Mimar Milunic ve Mimar Gehry bu binayı tasarlarken kendilerine ilham olarak dünyaca ünlü Amerikan dansçı çift Fred Astaire ve Ginger Rogers’ın dans figürlerini almışlardır. Resmi ismi Dancing Building olan yapıyı, Çekya vatandaşları ise Fred and Ginger olarak adlandırmaktadırlar.

Gotik ve barok mimariden ciddi esintiler taşıyan bina ilk yapıldığı dönemlerde Prag şehrindeki diğer yapılardan farklı olduğu ve şehrin tarihi dokusuyla uyumlu olmadığı düşünülerek epeyce bir süre kabul görmemiştir.

Ancak kendine has mimarisi sahip olduğu esnek görünümlü yapısı ile Dancing Building bu günlerde Prag şehrinin sembol yapılarından birisi olarak kabul edilmektedir.

3-) Hundertwasserhaus-Renklerin Dansı

Hundertwasserhaus (Hundertwasser Evi), Avusturya’nın tarih kokan başkenti Viyana’da bulunan ve Avusturyalı meşhur sanatçı-mimar Friedensreich Hundertwasser tarafından yapılan meşhur bir apartmandır.

Mimar Friedensreich Hundertwasser’in doğa ile iç içe olmayı sağlamak ve yeşil alanların değerini vurgulamak amacıyla yapmayı başardığı bu yapı, birbirine bitişik bir toplu konut yapılaşmasının tam ortasında yer alıyor.  Sahip olduğu rengarenk görüntüsü ve seramiklerle süslenmiş damalı cepheleriyle Viyana’nın sembol yapılarından biri haline gelen bina, betonlaşmış mekanlardan ve şehirlerin her yerini kaplayan gri görüntüden uzaklaşmamız gerektiğini vurguluyor.

Özgün mimarisi ve renkli cephesiyle görsel bir şöleni hatırlatan bina, Hundertwasser öncesinde maddi imkanları iyi olmayan ailelerin ikamet ettiği bir apartmanmış. Binaya 1989 yılında restorasyon çalışması yapılmaya başlanmış ve 1991 yılı içerisinde tamamlanmış. Böylece Hundertwasserhaus (Hundertwasser Evi) bugünkü görünümüne o yıllarda kavuşmuş.

4-) Le Palais Bulles-Gökyüzüne Yükselen Baloncuklar

Yeryzündeki en farklı tasarımlardan biri olan Le Palais Bulles-Baloncuk Sarayı Fransa’nın Cannes şehrine oldukça yakın bir konumda bulunan Théoule-Sur-Mer kasabasında bulunmaktadır. 

Macar Mimar Antti Lovag tarafından toplam 8500 metrekarelik bir alana sahip bu binanın yapımına 1975 yılında başlanılmış olup1989 yılında tamamlanmıştır. Fütüristik mimari denildiğinde aklan ilk gelen yapılardan olan bu saray sahip olduğu mimari detaylar ile herkesin ilgi odağı olmayı başarmıştır.

Eskimoların buz evleri referans alınarak projelendirilen yapı, uzun yıllar dünyanın en ünlü modacıları arasında yer alan Pierre Cardin tarafından kullanılmıştır. Kendine has mimarisi ile isminden söz ettirmeyi başaran bu ihtişamlı yapıda birçok davet ve defile gerçekleştirilmiştir. 

Sahip olduğu coğrafi avantajları, eşsiz güzelliği ve özgün mimarisiyle Baloncuk Sarayı sanki fütüristik bir romandan çıkmış gibi bir izlenim uyandırmaktadır.

5-) Atomium-Belçika’nın Sembolik Yapısı

Atomium, Belçika’nın başkenti Brüksel’in birçok noktasından rahatça seçilebilen son derece iddialı ve ikonik bir yapı. Brüksel Dünya Fuarı ya da diğer bir adıyla Expo 58 için yapılan ve anıtsal bir nitelik taşıyan yapı, farklı özellikleriyle dünyanın pekçok ülkesinden turistlerin ilgisini çekmektedir.

1958 yılı içerisinde Belçikalı mühendis Andre Waterkeyn tarafından tasarlanan Atomium, Avrupa’daki ilginç yapıların en başında geliyor. Dokuz adet çelik kürenin birbirine belirli açılarla bağlanmasıyla inşa edilen Atomium 102 metre uzunluğa sahiptir.

Fütüristik mimarinin seçkin örneklerinin başında yer alan Atomium’u gezerken insan kendini son derece etkileyici bir bilim kurgu filminin içerisinde zannetmesi kuvvetle muhtemel. Küreler arasında seyahat ederken üzerinden geçilen platformlar devamlı renk değiştirerek size diskoda eğleniyormuş hissiyatını veriyor. Brüksel’in en yüksek yapılarından biri olarak kabul edilen Atomium’un zirvesine çıktığında ise seni eşsiz bir Brüksel manzarası bekliyor.

6-) Elbphilharmonie-Nehirden Yükselen Melodiler

Elbphilharmonie Almanya’nın Hamburg şehrinin en büyük antreposu üzerine dünyanın en meşhur mimarlık firmalarından olan İsviçreli Herzog & de Meuron firması tarafından tasarlanmıştır.

Kaispeicher isimli bu antrepo 1875 yılı içerisinde yapılmış ve 2. Dünya Savaşı’nda ise yıkılmıştır. İlerleyen yıllarda yeniden inşa edilen yapı, 1990’lı yılların ortasına kadar kakao, tütün ve çay depolamak için kullanılmıştır.

Son derece farklı cam cephesiyle eski antreponun üzerine yapılan Elbphilharmonie, “karma kullanımlı bina” mantelitesinin dünyadaki en önemli örneklerinden biridir. Bu devasa yapının içerisinde otel, iki adet konser ve konut bloğu yer almaktadır.

Elbphilharmonie’nin sahip olduğu dalgalı panellerden ve yer yer açıklıklardan teşekkül cam cephe, eski yapı üzerinde yer alan yeni binayı bir kristale dönüştürüyor. Bu yeni parlak ve iddialı cephe; suyun, gökyüzünün ve şehrin yansımasıyla sürekli değişen bir yüzey özelliğine sahip oluyor.

7-) La Sagrada Familia-Bitmeyen Kilise’nin Hikayesi

Dünyanın gelmiş geçmiş en meşhur mimarlarından ve Art Nouveau akımının öncülerinden kabul edilen Antoni Gaudi’nin projesine 1883 yılında dahil olduğu ve 1908 yılından itibaren 1926 yılındaki ölümüne kadar bütün ömrünü adadığı La Sagrada Familia Bazilikası. Neo-Gotik ve Art-Nouveau tarzının en sıra dışı örneklerinden biri olarak İspanya’nın Barselona şehrinde yer almaktadır.

Şimdiden efsaneler lsitesinde kendisine yer bulmuş olan bu bazilika, muhteşem mimarisi, ihtişamı ve bir türlü tamamlanamayan inşaatı ile ünlü. Modern Barselona’yı anlatan bu yapıyı görmek ve yapının içinde gezinmek unutulamayacak türden bir macera.

😎 Casa Mila-Organik Bir Yapı

Yine Barselona yine Katalan Mimar Antoni Gaudi. Casa Milà Anton Gaudi tarafından tasarlanan Barselona’nın en sembolik yapılarından bir tanesi. Milà Evi anlamına gelen Casa Milà, Roser Segimon ve Pere Milà’nın kullanımı için, 1912 yılı içerisinde uzunca yıllar süren çalışmalar neticesinde tasarlanmıştır. La Pedreda olarak da bilinen yapı, Art Nouveau akımının İspanyol yorumu olan Modernista versiyonun Barselona’daki en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilmektedir.

9-) Stone House-Taş Devrine Yolculuk

Portekiz’in kuzey bölgesinde yer alan ve Portekizce Casa do Penedo olarak anılan Stone House (Taş Ev), Guimarãesli bir mühendis tarafından inşa edilmiştir. Taş ev Guimares şehrinde bulunan Fafe dağının tepesinde konumlandırılmıştır. Ev ilk yapıldığı dönemde yaptıran aile tarafından sadece tatil ve dinlenme amaçlı olarak kullanılmış Ancak kısa sürede büyük ilgi görmesi sebebiyle müze olarak hizmet vermeye başlamıştır.

Dört adet büyük kaya içerisine 1972 ile 1974 yılları arasında inşa edilen Stone House birçok iç mimari özelliği ile sıradan evlerden ayrılmaktadır. Eve çok yakın bir konumda rüzgar enerjisinden elektrik üretme tesisi olmasına rağmen evin herhangi bir elektrik düzeneği ve sistemi bulunmuyor. Aydınlatma ve ısınma tamamen doğal ve eski metodlarla gerçekleştiriyor.

10-) Hallgrimskirkja-İzlanda’nın En Büyüğü

İskandinavya’nın en önemli ülkelerinden olan İzlanda’da bulunan Hallgrímskirkja, Reykjavik şehir merkezinde yer alan bir Parish Lutheran kilisesidir. Acil ve olağanüstü durumlarda ulusal bir sığınak olan kilise, dünyanın dört bir yanından ziyaretçilerin ilgi merkezidir. Reykjavik şehrinin en meşhur yapısı olan kilisenin kulesinden muhteşem bir şehir manzarasına sahip olmanız mümkün.

Hallgrímskirkja kilisesi ismini 17. yüzyılda yaşamış dönemin önemli bir şair ve din adamı olan İzlandalı Hallgrímur Pétursson’dan almıştır. İzlanda’nın en tanınmış mimarlarından biri olan Guðjón Samúelsson, Hallgrimskirkja’nın tasarımına 1945 yılında başlamış ancak 1950 yılında bir hastalık nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Kilisenin yapım süreci 1986 yılında diğer mimarlar tarafından tam 41 yıl sonra tamamlanmıştır.

Mimar Samúelsson, İzlanda’nın eşsiz güzellikteki doğasından ilham alarak bu kiliseyi yapmayı planlamıştır. Ayrıca, bu yapı İskandinav Mitolojisinde son derece önemli bir konuma sahip olan Thor’un çekicini andıracak şekilde projelendirilmiştir. Betondan yapılmış olan yapının dış yüzeyi beyaz granit döküm ile baştan sona kaplanmıştır. Kilisenin dışında, Leifur Eiríksson’un heykeli yer almaktadır.

Kilisenin içerisinde 15 metre yüksekliğinde ve 25 ton ağırlığında bir adet org bulunmaktadır. Bu org 1992 yılı içerisinde Alman Johannes Klais tarafından inşa edilmiştir. Org o dönem çok pahalı olduğu için finansmanı özel bağışlar ve hediyelerle sağlanmıştır. Hallgrímskirkja Kilisesindeki bu org İzlanda’da bulunan en büyük borulu org ünvanının sahibidir.

Benzer İçerik

Emrah Anıl Demir
Merhaba ben Emrah Anıl DEMİR. 2009 yılında  Elektrik-Elektronik Mühendisi olarak mezun oldum. An itibariyle Gazi Üniversitesi'nde Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünde yüksek lisans eğitimime, Anadolu Üniversitesi'nde Uluslar Arası İlişkiler  ve Atatürk Üniversitesinde Adalet Bölümünde eğitim ve öğrenim hayatıma devam etmekteyim.
    ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

    Henüz yorum yapılmamış.